14 Ağustos 2013 Çarşamba

Tahta Bacak Frida


İlk acımı yaşadığımda 6 yaşındaydım. Bir çocuk felci geçirdim ve  bacağımın biri sakat kaldı. Akranlarımı düşünün acımasızca gerçekçi olanları fiziksel acıma sözleriyle yenilerini ekleyenleri. “Tahta bacak!” söylemlerini. Yaşımı düşünün, hassasiyetimi, tutsanız elinizde kalacak yüreğimi düşünün. Üzüldüm çok üzüldüm. Sadece farklı olduğum için değil farklılığımla kabul edilmediğim için.
Bir sonraki felaketim çok da uzak değildi aslında. 19 yaşındaydım. Çok büyümemişimdir hala ha ne dersiniz? Okuldan eve dönerken bindiğim otobüs tramvayla çarpıştı. Trenin demirlerinden biri sol kalçamın leğen kemiğinden çıkmıştı. Binlerce kişinin öldüğü kazadan sağ kurtuldum. Sevinmeli miyim? Kimilerinize göre evet. Çok acılar çektim. 32 kez ameliyat oldum ve yaşadığım sancıları, kabus dolu günleri yeniden hatırlamak bile yetiyor derin üzüntüler duymama.
Ailemin ısrarıyla başladığım resim en sevdiğim şey haline geldi. Resim benim hayatım oldu. Gün boyu yataktan kalkamayan ben neyi nasıl çizebilirdim? Pes etmek benim gibiler için pek de cazip bir davranış değildi. Yatağımın hemen üzerine bir ayna yerleştirdim ve otoportreler çizdim.

Sürekli yatmak, acılar içinde kıvranmak ne kadar yıprattı beni tahmin edebilirsiniz. Neyse ki kazadan 2 yıl sonra yürümeye başladım. Resimler, sanat, politika hayatım oldu.
Bunca yaramı öpüp iyileştirecek, kelebek gibi ince dokunuşlarıyla yaralarımı okşayacak bir aşk beni bulur mu sizce ne dersiniz?
Diego’m geldi. Ona duyduğum aşkı, onu resmetmek istemez miydim? Bunu gün ışığını her gün istediğim gibi hiç bitmeyen bir heyecanla isterdim; ancak tüm bu şaşkınlığımda onun rengini bulamazdım. Tek bir renk yoktu artık benim için çok renk vardı. Onda, onun inceliğinde, aşkında, gözlerinde ebruli, alaca renklerin hakimiyeti üstün gelmişti.

Diego aşk sığınağım oldu benim. Onun hücrelerinden bir parça yaratmak istedim. Olmadı küçük bebeğim de kalmadı, kalamadı benimle.
Birçok çetin durumla karşı karşıya kaldım ama hiçbir şey Diego’nun kız kardeşimle birlikte olması kadar acıtmadı canımı. Nice fiziksel acılar çektim ama hiçbiri bu kadar kanatmadı benliğimi. Çok kızmıştım ona. Affetmeyecektim; ne onu ne de kız kardeşimi.
Çizdim, resimler çizdim. Acımı unutmak için birçok erkekle beraber oldum. Kadınlığımı yeniden hissettirsinler diye. Ama olmadı. Diego’yu unutamadım, yaptıklarını, ona olan aşkımı.
Affettim ikisini de. O yokken hayatımda renk yok, hareket yok, ışık yok.
Sağlık durumum gün be gün daha da kötüye gidiyordu. Acılarımı bastırmak için olan gücümle resimlere sarılıyordum. Acılarımı gözle görülür hale getiriyordum ama herkes çizdiğim resimlere sürrealist dedi. Bense tüm realiteyi döküyordum renklere. Nasıl acılarımı resimlerimde göremeyecek kadar kör olabiliyorlardı?
Sağlık durumum berbattı ve artık sancılarımdan oluşan sergimi açacaktım. Doktorum kendi sergime gitmemi istemiyordu. Yataktan kalkacak kadar iyi değildim zaten. Diego yapacaktı sergimin açılışını, konuşmasını. Kendi sergime gitmemek içimi bulandırıyordu ve yatağımı da alıp sergime gittim. Bu sergiyi açmayı ne de çok istemiştim. Sanatseverler, dostlarım, sevgilim, sanatım ve tüm acılarım buradaydı. Nasıl mutlu olmam sergiden sonra sağ bacağımın kesilecek olmasına rağmen!
Daha hayat doluyum; çünkü Diego’m yanımda -sevdiğim adam- sanatım yanımda artık; her şeye rağmen.). Son nefesimi veriyorum ve son sesim size bıraktığım son resmim Viva la vida (Yaşasın yaşam).


Güçlü kadın, aşık kadın, komünist kadın ve ressam kadın dediğiniz tahta bacak Frida benim!


Dipnot: Yazım boyunca şarkıdan ilham aldım. http://www.youtube.com/watch?v=d9T-XqgLToA




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder