İlk acımı yaşadığımda 6 yaşındaydım. Bir çocuk felci
geçirdim ve bacağımın biri sakat kaldı. Akranlarımı
düşünün acımasızca gerçekçi olanları fiziksel acıma sözleriyle yenilerini
ekleyenleri. “Tahta bacak!” söylemlerini. Yaşımı düşünün, hassasiyetimi,
tutsanız elinizde kalacak yüreğimi düşünün. Üzüldüm çok üzüldüm. Sadece farklı
olduğum için değil farklılığımla kabul edilmediğim için.
Bir sonraki felaketim çok da uzak değildi aslında. 19
yaşındaydım. Çok büyümemişimdir hala ha ne dersiniz? Okuldan eve dönerken
bindiğim otobüs tramvayla çarpıştı. Trenin demirlerinden biri sol kalçamın
leğen kemiğinden çıkmıştı. Binlerce kişinin öldüğü kazadan sağ kurtuldum.
Sevinmeli miyim? Kimilerinize göre evet. Çok acılar çektim. 32 kez ameliyat
oldum ve yaşadığım sancıları, kabus dolu günleri yeniden hatırlamak bile
yetiyor derin üzüntüler duymama.
Ailemin ısrarıyla başladığım resim en sevdiğim şey haline
geldi. Resim benim hayatım oldu. Gün boyu yataktan kalkamayan ben neyi nasıl
çizebilirdim? Pes etmek benim gibiler için pek de cazip bir davranış değildi.
Yatağımın hemen üzerine bir ayna yerleştirdim ve otoportreler çizdim.
Sürekli yatmak, acılar içinde kıvranmak ne kadar yıprattı
beni tahmin edebilirsiniz. Neyse ki kazadan 2 yıl sonra yürümeye başladım.
Resimler, sanat, politika hayatım oldu.
…
Bunca yaramı öpüp iyileştirecek, kelebek gibi ince
dokunuşlarıyla yaralarımı okşayacak bir aşk beni bulur mu sizce ne dersiniz?
Diego’m geldi. Ona duyduğum aşkı, onu resmetmek istemez
miydim? Bunu gün ışığını her gün istediğim gibi hiç bitmeyen bir heyecanla
isterdim; ancak tüm bu şaşkınlığımda onun rengini bulamazdım. Tek bir renk
yoktu artık benim için çok renk vardı. Onda, onun inceliğinde, aşkında,
gözlerinde ebruli, alaca renklerin hakimiyeti üstün gelmişti.
Diego aşk sığınağım oldu benim. Onun hücrelerinden bir
parça yaratmak istedim. Olmadı küçük bebeğim de kalmadı, kalamadı benimle.
Birçok çetin durumla karşı karşıya kaldım ama hiçbir şey Diego’nun
kız kardeşimle birlikte olması kadar acıtmadı canımı. Nice fiziksel acılar
çektim ama hiçbiri bu kadar kanatmadı benliğimi. Çok kızmıştım ona.
Affetmeyecektim; ne onu ne de kız kardeşimi.
Çizdim, resimler çizdim. Acımı unutmak için birçok erkekle
beraber oldum. Kadınlığımı yeniden hissettirsinler diye. Ama olmadı. Diego’yu
unutamadım, yaptıklarını, ona olan aşkımı.
Affettim ikisini de. O yokken hayatımda renk yok, hareket
yok, ışık yok.
Sağlık durumum gün be gün daha da kötüye gidiyordu.
Acılarımı bastırmak için olan gücümle resimlere sarılıyordum. Acılarımı gözle
görülür hale getiriyordum ama herkes çizdiğim resimlere sürrealist dedi. Bense
tüm realiteyi döküyordum renklere. Nasıl acılarımı resimlerimde göremeyecek
kadar kör olabiliyorlardı?
Sağlık durumum berbattı ve artık sancılarımdan oluşan
sergimi açacaktım. Doktorum kendi sergime gitmemi istemiyordu. Yataktan
kalkacak kadar iyi değildim zaten. Diego yapacaktı sergimin açılışını,
konuşmasını. Kendi sergime gitmemek içimi bulandırıyordu ve yatağımı da alıp
sergime gittim. Bu sergiyi açmayı ne de çok istemiştim. Sanatseverler,
dostlarım, sevgilim, sanatım ve tüm acılarım buradaydı. Nasıl mutlu olmam
sergiden sonra sağ bacağımın kesilecek olmasına rağmen!
Daha hayat doluyum; çünkü Diego’m yanımda -sevdiğim adam-
sanatım yanımda artık; her şeye rağmen.). Son nefesimi veriyorum ve son sesim
size bıraktığım son resmim Viva la vida (Yaşasın yaşam).
Güçlü kadın, aşık kadın, komünist kadın ve ressam kadın dediğiniz tahta bacak Frida benim!
Dipnot: Yazım boyunca şarkıdan ilham aldım. http://www.youtube.com/watch?v=d9T-XqgLToA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder