SAVAŞ, ÇOCUK VE BARIŞ MÜCADELESİ
Kötü günler yaşıyoruz. Geleceğimizin
umudu dediğimiz çocuklarımız ne yıkımlarla diz çökmüş, yılmış durumdalar. Pırıl
pırıl görmeye alıştığımız gözlerin yerini feri sönmüş, yaşlı, umutsuz gözler
alıverdi artık. Tüm açlıklara, yoksulluğa, yoksunluğa, ölümlere, zulümlere,
yıkımlara, ateş seslerine, patlamalara, barut kokularına rağmen direnenleri,
yaşayanları var. Ellerine, korkulu gözlerine, bir bakın. Görün bu çocukları;
emekleyemeden ölenleri, eline bebek verince değil kaybettiği bacağının protezine
sarılıp sevinenleri, sevgiyi öğrenmeden eline silah alıp tanımadığı yüzlerce
insanı öldürenleri, göç edip yaşayabilmek için ucuz işgücü olarak ezilenleri… Ölü
çocuklarının ardından dilsiz rahibeler gibi saklanıp kuytu köşede sadece bakıp
duran anneleri ve gözlerindeki çaresizliği görün. Kulelerin içine üst üste
atılmış ölüleri akbabaların nasıl yediğini izleyen emperyalistleri, katilleri
ve yaltakçılarını görün. Ağızlarında cesetlerle akbaba gibi dolaşmaktan bıkmadılar. Evladını yitiren babaların çöken göğüslerini,
bu göğüslerden çıkan acı sesleri, titremeleri görün.
…
Dokuz yaşında bir çocuk düşünün
günlük 10 lira için –üstelik maksimum değer bu- gün boyu karton, kağıt, şişe
toplayıcılığı yapıyor. Bu çocukların okuması, oynaması, gülmesi, eğlenmesi
gerekmiyor muydu? Bu işte büyük bir terslik var.
Ülkesinde ölüyor, gittiği yerde ucuz
işgücü olarak hayatını tehlikeye atıyor bu çocuklar. Yaşam hakkı için bunca
didinmek, direnmek…
Geçmişten bugüne tüm savaşlarda en
fazla zarar gören çocuklar oldu. Bu küçük çelimsiz bedenlerin ağızlarından
sızan her kan damlası vicdanımıza yazılan duaların görünen mürekkebidir. Anneler
çocuklarının göz göre göre ölmesinden, feryat etmekten, ağıtlar yakmaktan, ağlamaktan
bıktılar; ama gözü dönmüş caniler,
ağızları leş gibi nefret kokanlar öldürmekten bıkmadı. Sürerlik tutkusu
öldürüyor. Silkinin artık, kendinize gelin. Nefretten, düşmanlıktan, zulümden,
sessiz kalmaktan uzak durun.
…
Yıllar önce düştüğünde dizinin
yaralandığını hatırlar insan tıpkı dün gibi, aynı acıyı hisseder; üstelik basit
bir yarayken bu. Peki savaş mağduru çocuklar, savaş izlerinden nasıl
kurtulacak? Beyinlerinde yankılanıp durmayacak mı yıkıntılar, acı çığlıklar,
gözyaşları, ölü bedenler? Peki ya aynaya baktığında göre(meye)ceği bacağı,
kolu. Savaşın izlerini hep sırtlarında taşıyacak çocuklar.
Yetişkinler artık kendi çıkarlarını
düşünen çocuk yetişkin olmaktan vazgeçip bu çocukların menfaati için bir şeyler
yapmalı, politikalar değil, vaatler değil artık eylem vaktidir. Bu çocuklar
için gönüllü çalışmanın, onların yanlarında olmanın vaktidir.
Büyük ekranlarınızın karşısından
arkanıza yaslanıp daha ne kadar izleyeceksiniz bu insanların hüznünü? Evde
sapasağlam çocuklarınıza, sevdiklerinize sarılırken, gülerken hicap duymuyor
musunuz gerçekten? Kalplerinize insanlığın verilmesini beklemek yerine yüreğinizden
gelen sesin muhakemesine bir kulak verin! Sessizliğinizi kendinizi dinlemek
için kullanın. Ya görmezden, duymazdan gelecek ve bu gafletinizde uyumaya devam
edeceksiniz ya da bu utancın hesabını kendinize verecek ve beşeri vazifenizi
yerine getirmek üzere çabalayacaksınız.
“Kalplerimizdeki mührü fekketmenin
zamanı çoktan geçmedi mi sizce?”