31 Ağustos 2014 Pazar

Savaş, Çocuk ve Barış Mücadelesi

SAVAŞ, ÇOCUK VE BARIŞ MÜCADELESİ
Kötü günler yaşıyoruz. Geleceğimizin umudu dediğimiz çocuklarımız ne yıkımlarla diz çökmüş, yılmış durumdalar. Pırıl pırıl görmeye alıştığımız gözlerin yerini feri sönmüş, yaşlı, umutsuz gözler alıverdi artık. Tüm açlıklara, yoksulluğa, yoksunluğa, ölümlere, zulümlere, yıkımlara, ateş seslerine, patlamalara, barut kokularına rağmen direnenleri, yaşayanları var. Ellerine, korkulu gözlerine, bir bakın. Görün bu çocukları; emekleyemeden ölenleri, eline bebek verince değil kaybettiği bacağının protezine sarılıp sevinenleri, sevgiyi öğrenmeden eline silah alıp tanımadığı yüzlerce insanı öldürenleri, göç edip yaşayabilmek için ucuz işgücü olarak ezilenleri… Ölü çocuklarının ardından dilsiz rahibeler gibi saklanıp kuytu köşede sadece bakıp duran anneleri ve gözlerindeki çaresizliği görün. Kulelerin içine üst üste atılmış ölüleri akbabaların nasıl yediğini izleyen emperyalistleri, katilleri ve yaltakçılarını görün. Ağızlarında cesetlerle akbaba gibi dolaşmaktan bıkmadılar.  Evladını yitiren babaların çöken göğüslerini, bu göğüslerden çıkan acı sesleri, titremeleri görün.
Dokuz yaşında bir çocuk düşünün günlük 10 lira için –üstelik maksimum değer bu- gün boyu karton, kağıt, şişe toplayıcılığı yapıyor. Bu çocukların okuması, oynaması, gülmesi, eğlenmesi gerekmiyor muydu? Bu işte büyük bir terslik var.
Ülkesinde ölüyor, gittiği yerde ucuz işgücü olarak hayatını tehlikeye atıyor bu çocuklar. Yaşam hakkı için bunca didinmek, direnmek…
Geçmişten bugüne tüm savaşlarda en fazla zarar gören çocuklar oldu. Bu küçük çelimsiz bedenlerin ağızlarından sızan her kan damlası vicdanımıza yazılan duaların görünen mürekkebidir. Anneler çocuklarının göz göre göre ölmesinden, feryat etmekten, ağıtlar yakmaktan, ağlamaktan bıktılar; ama  gözü dönmüş caniler, ağızları leş gibi nefret kokanlar öldürmekten bıkmadı. Sürerlik tutkusu öldürüyor. Silkinin artık, kendinize gelin. Nefretten, düşmanlıktan, zulümden, sessiz kalmaktan uzak durun.
Yıllar önce düştüğünde dizinin yaralandığını hatırlar insan tıpkı dün gibi, aynı acıyı hisseder; üstelik basit bir yarayken bu. Peki savaş mağduru çocuklar, savaş izlerinden nasıl kurtulacak? Beyinlerinde yankılanıp durmayacak mı yıkıntılar, acı çığlıklar, gözyaşları, ölü bedenler? Peki ya aynaya baktığında göre(meye)ceği bacağı, kolu. Savaşın izlerini hep sırtlarında taşıyacak çocuklar.
Yetişkinler artık kendi çıkarlarını düşünen çocuk yetişkin olmaktan vazgeçip bu çocukların menfaati için bir şeyler yapmalı, politikalar değil, vaatler değil artık eylem vaktidir. Bu çocuklar için gönüllü çalışmanın, onların yanlarında olmanın vaktidir.
Büyük ekranlarınızın karşısından arkanıza yaslanıp daha ne kadar izleyeceksiniz bu insanların hüznünü? Evde sapasağlam çocuklarınıza, sevdiklerinize sarılırken, gülerken hicap duymuyor musunuz gerçekten? Kalplerinize insanlığın verilmesini beklemek yerine yüreğinizden gelen sesin muhakemesine bir kulak verin! Sessizliğinizi kendinizi dinlemek için kullanın. Ya görmezden, duymazdan gelecek ve bu gafletinizde uyumaya devam edeceksiniz ya da bu utancın hesabını kendinize verecek ve beşeri vazifenizi yerine getirmek üzere çabalayacaksınız.


“Kalplerimizdeki mührü fekketmenin zamanı çoktan geçmedi mi sizce?”

15 Ağustos 2014 Cuma

Şiiri, müziği ve umudu seviniz. Körü körüne!


 Hüznümüz sevincimizden büyük ancak daha büyük olan umudumuzdur. Öyle olmasa tüm bu hüzün dolu şarkılar umut kokar mıydı? Notalar her vuruşuyla yüreğimize bu kadar derin işlenir miydi? Kitaplar, filmler… Hepsi umut ve hüzünle birleşince… Ne çok seviyorum. Hüzün ve umut! Kahve ve çikolata gibi ne hoş geliyor kulağa. Yaşarken öyle mi, bilmem. Aslında bu aralar hiçbir şey bilmiyorum.
 Derdine derman olmaya çalıştıklarıma derdimin tek hecesinden bile söz edemiyorum. Hoş dert mi bu, onu da bilmiyorum ya.  Aman be kadın diyorum! Biraz sus! Ama yok, olmuyor. Kendimle konuşmaktan kafayı yemezsem iyidir.
 Biraz müzik, biraz şiir. İşte sonuç! Yazmasam ağlayacaktım! Bugün palyaço şiirine kafayı takmış haldeyim. Sebebi belki biraz eksilmiş olmamdır. Belki biraz öfkeli olmamdan, belki yılgın olmamdan, belki sevdiklerimi körü körüne sevmemden… Ya da ne bileyim işte ‘insan olanın yalan söylemeyeceğine’ olan inancımdan. Belki de… Her neyse yazmasam ağlayacaktım.

 Yazmasam da olur muydu? Çok da güzel olurdu.
                                                                        
                                                                                                         16.8.2014