31 Ocak 2014 Cuma

Yol boyu dağların, taşların, taşın altındaki bereketli toprağın, gökyüzünün ve ona ulaşmak istercesine uzanan ağaçların; rengine, düzenine, düzensizliğine şaşkın bir hayranlıkla baktım.
Ağaç yapraklarının inceliğini, damarlarını, genişliğini, sarsıntısını, dalın belini büküşünü hissettim. Taşların yumuşaklığını, sertliğini, iriliğini, minicikliğini, pürüzünü, pürüzsüzlüğünü hissettim.
Dağların rengine zıt düşen, heybetine meydan okuyan, bir o kadar da yumuşak gösteren karın soğuğunu hissettim. Dağların tepesindeki bulutlar yaklaşıp parça parça pamuklar bırakmış sanki ya da var olduğu günden bugüne onlarla var olmuş gibi. Sanki hiç gitmeyecek bir misafirdi dağlara…
Gökyüzü mavinin her tonunu bulutların arasından nazlı bir kadın edasıyla göstererek süzülüyor. Uzanıp birer parça almak istedim mesela. Yani, her tonundan ayrı ayrı alıp avucumda birleştirmek istedim , tüm tonları üstelik. Tüm bu gökyüzü macerası boyunca Turgut’un “Göğe Bakma Durağı” dönüp durdu hafızamda.

Bu yolculuğa dağı, taşı, ağacı yeni tanımak isteyen biri gibi çıkmışım meğer.
Bir uzaylı gibiydim yol boyu her şeye yeniden şaşırdım.
Toprağın, ağaçların, yaprakların, yol kenarında bozkırda otlayan koyunların renklerine bile ayrı ayrı hayret ettim.

Tüm bu şaşkınlığımın, hayranlığımın ve arzularımın arasında Cemal Süreya’nın dizesi geldi aklıma
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni…
Yolculuk fısıldadı kulağıma usulca:
“Klasik müzik dinlerken tabiatı izleyip renklere, düzene hatta düzensizliğe şaşkınca hayran kalırdın keşke yalnız bunun için sevseydin beni.”
Doğayı yeniden seviyorum; yeniden ve daha fazla.
Yine seviyorum;
                                Doğanın merhametini, analığını, bereketini…



29 Ocak 2014 Çarşamba

Tuncel Kurtiz - Tut Yüregimden Ustam





tut yüreğimden ustam

ustam!

aklım firarda

gözbebeklerimde müebbet hüzün

dilimde ay kesiği bir yara

düşüm kırık dökük

umudumun boynu bükük

bir öksüzün omuzlarında sükut

yüreğim sana emanet sıkı tut

tut ki kancık pusulara düşmesin

bir hain kurşunu gelip deşmesin

ustam...

ne zaman o senin bildiğin zaman

ne sevda gördüğün masallardaki

-eskiden-

eskiden halı tezgahında dokunurdu aşklar

nakış nakış körpe kız ellerinde

mendillere yazılırdı isimler

yüreklere kazınırdı gizlice

sevdalılar asil ve de yürekli

sevdalar, kavgalar iki kişilik

oysa şimdi çorak gönüllere ekiliyor sevdalar

seher vakitlerinde...

meşru sevdalardan gayrı-meşru acılar doğuyor kundaklara

günahkar gecelerden

beni herkes sevdaya asi sanır

oysa aşk beni nerde görse tanır

hasret tanır

zulüm tanır

ölüm tanır

yüzüm yüzümden utanır

yorgunum ustam

ne katıksız somun isterim senden

ne bir tas su

ne taş yastıkta bir gece uykusu

var gücünle asıl sükunetime çığlığım kopsun

uzat ellerini güneşe dokun

uyandır uykusundan

tut yüreğimden ustam tut!

tut beni,

sür güne!



Serkan Uçar

28 Ocak 2014 Salı

Derin Eşen

Tel örgüleri
Bir bir
Kendim ördüm
Daha dikenli
Kanatmadan kanadım
Her gün biraz daha biraz daha
Daha sonra son olmadı hayır
Boş boş izledim duvarlarımı
Ördüğüm, tuğla üstüne gül koymaktansa
Aralara dikenler yerleştirdiğim
Sızıntı var orada tam karşımda
Köşeden başlayıp gitgide derinleşen
Derin eşen
                    bir
Çatlak
Sızıyor, ne olduğunu bilmediğim bir yara
Kanıyor
Damlayla başlayıp kendine ince bir yol çizen
Sızıntı
Anlaşmış, uzun yarıklar oluşturuyor,

Kan koktu duvarlarım

                   pınar ilhan

Taksim Metrosunda "Boran Fırtınası"





"Boran bir yaban kuştur.

Gökyüzünün mavisine bata çıka bir maviş kuş.
Konmaz hiçbir yere.
Yuvasından bozkırlara koşan sulardan yuvasına.
Çok zor yakalanır. Şahin bile tutamaz onu kanadından.
Yabandır. Asidir ha, rengi kadar güzeldir.
Güvercin sahipleri sevmez boranı.
Girer evcil sürüsüne. Peşine mutlaka takılan olur.
Bazen sürü bile düşer ardına.
Ya vurulur ya da yaralıyken yakalanır.
Diğer kuşlarla aynı kafese kapatılır. Hiçbir evcil kuşu yaklaştırmaz kendine.
Hele bir de güvercin besleyenler
Evcilleştirmek için kanadının tüylerini çekti mi,
Vay vay yemez artık yemini.
Ya açlıktan ölür ya da kafesin demirine kendini vura vura öldürür.
Sesi çığlıktır artık, turna indirir.
Ya gökyüzüdür ya ölümdür boran.
Boranlar kalktı mapushanelerden.
Şehre sokulmamış evlerden..
Dökerek renklerini şehirlerin ufkuna, gittiler dağların doruklarına..."


Eflatun,
Umut dolu, her gün dalga dalga 
Direnir karanlığa
Aydınlığı sürükler peşinden
Aydınlığı
Aydınlara sürükler
Aydınları sürükler
Eflatun
dalga dalga
Uyutmaz
Uyandırır
Ses ver dalgaya
Ses ver renge
Aydınlığa, aydınlara,
İlime, bilime
Sevgiye
Farklılıklara
İnsanlığa ses ver
Aydınlık
İşte orada!
Avuçlarını aç, bak!
Rengarenk bulutlar düşüverecek ellerine
Uyan ey dost
Vakit şafak vaktidir.

                           
                           P. İlhan

15 Ocak 2014 Çarşamba

Nazım Hikmet Vatan Hainliğine Devam Ediyor Hala! [112]

Nazım iyi ki var oldu! [112]

Aşkını coşkuyla yaşayan Nazım oldu:
" Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste 
ve yaşım kırkı geçmiş iken...
 
 Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
içimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmakların cunda kalan kokusu sardunya  yaprağının,
güneşli bir rahatlık 
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş 
sıcak 
koyu bir karanlık...

  Ne güzel şey hatırlamak seni:
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...
  
  Ne güzel şey hatırlamak seni:
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
bir çekmece,
bir yüzük
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım
Ve hemen fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine 
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım.

  Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste 
ve yaşım kırkı geçmiş iken..."

Hangimiz bir Piraye olmak istemezdik ya da Nazım gibi uğrumuza şiirler yazan bir aşık istemezdik?

KIZ ÇOCUĞUKapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.

Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.

Nazım aydın oldu! Fedakar oldu! Düşüncelerini satmadı.

KEREM GİBİ
Hava kurşun gibi ağır
bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun!
Kurşun 
eritmeğe çağırıyorum.

O diyor ki bana:
-Sen kendi sesinle kül olursun ey!
Kerem gibi
yana yana...
"Deeert çok hemdert yok."
Yüreklerin kulakları sağır...
Hava kurşun gibi ağır...

Ben diyorum ki ona:
- Kül olayım Kerem gibi
yana yana.
Ben yanmazsam
sen yanmazsan
biz yanmazsak 
nasıl çıkar karanlıklar
aydınlığa...

Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır 
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun!
Kurşun eritmeğe çağırıyorum.

GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜBu bir türkü:-
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:-
alev bir saç örgüsü!
                         kıvranıyor;
kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
                                      esmer alınlarında
                          bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
                     güneşe giden
                                        köprüden
                                               geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!

Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
                                        yırtarak
                                              gerindik!
Sıçradık;
            şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
            kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
                             şaha kalkan atlarını!
 

                    Akın var
                                güneşe akın!
                        Güneşi zaptedeceğiz
                                güneşin zaptı yakın!
 

Düşmesin bizimle yola:
evinde ağlayanların
                            göz yaşlarını
                                        boynunda ağır bir
                                                                zincir
                                                                    gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
            kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

İşte:
        şu güneşten
                        düşen
                               ateşte
                                    milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

Sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten
                düşen
                        ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!
 

                          Akın var
                                  güneşe akın!
                          Güneşi zaaptedeceğiz
                                  güneşin zaptı yakın!
 

Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neş'emiz sıcak!
                kan kadar sıcak,
delikanlıların rüyalarında yanan
                                                o «an»
                                                    kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
ölülerimizin başlarına basarak
                                            yükseliyoruz
                                                        güneşe doğru!

Ölenler
        döğüşerek öldüler;
                              güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
 

                          Akın var
                                      güneşe akın!
                          Güneşi zaaaptedeceğiz
                                      güneşin zaptı yakın!
 

Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
Kalın tuğla bacalar
                    kıvranarak
                                ötüyor!
Haykırdı en önde giden,
                            emreden!
Bu ses!
        Bu sesin kuvveti,
                             bu kuvvet
yaralı aç kurtların gözlerine perde
                                                     vuran,
onları oldukları yerde
                                durduran
                                      kuvvet!
Emret ki ölelim
                   emret!
Güneşi içiyoruz sesinde!
Coşuyoruz,
           coşuyor!..
Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!
 

                           Akın var
                                       güneşe akın!
                           Güneşi zaaaaptedeceğiz
                                       güneşin zaptı yakın!
 
 

Toprak bakır
            gök bakır.
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Hay-kır
        Haykıralım!
 

BEN IÇERI DÜSTÜGÜMDEN BERI
Ben içeri düstügümden beri günesin etrafinda on kere döndü dünya
Ona sorarsaniz: ’Lafi bile edilemez, mikroskopik bi zaman...’
Bana sorarsaniz: ‘On senesi ömrümün...’
Bir kursun kallemim vardi, ben içeri düstügüm sene
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi
Ona sorarsaniz: ’Bütün bi hayat...’
Bana sorarsaniz: ‘Adam sende bi hafta...’
Katillikten yatan Osman; ben içeri düstügümden beri
Yedibuçugu doldurup çikti.
Dolasti disarda bi vakit,
Sonra kaçakçiliktan tekrar düstü içeri, alti ayi doldurup çikti tekrar.
Dün mektubu geldi; evlenmis, bi çocugu olacakmis baharda...

Simdi on yasina basti, ben içeri düstügüm sene ana rahmine düsen çocuklar.
Ve o yilin titrek, uzun bacakli taylari,
Rahat, genis sagrili birer kisrak oldu çoktan.
Fakat zeytin fidanlari hala fidan, hala çocuktur.

Yeni meydanlar açilmis uzaktaki sehrimde, ben içeri düstügümden beri...
Ve bizim hane halki, bilmedigim bir sokakta, görmedigim bi evde oturuyor

Pamuk gibiydi bembeyazdi ekmek, ben içeri düstügüm sene
Sonra vesikaya bindi
Bizim burda, içerde
Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayin için
Simdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsiz

Ben içeri düstügüm sene, ikincisi baslamamisti henüz
Dasov kampinda firinlar yakilmamis, atom bombasi atilmamisti Hirosimaya
Bogazlanan bir çocugun kani gibi akti zaman
Sonra kapandi resmen o fasil, simdi üçünden bahsediyor amerikan dolari
Fakat gün isigi her seye ragmen, ben içeri düstügümden beri
Ve karanligin kenarindan, onlar agir ellerini kaldirimlara basip dogruldular yari yariya

Ben içeri düstügümden beri günesin etrafinda on kere döndü dünya
Ve ayni ihtirasla tekrar ediyorum yine
‘Onlar ki; toprakta karinca, su da balik, havada kus kadar çokturlar.
Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar,
Ve kahreden yaratan ki onlardir,
Sarkilarda yalniz onlarin maceralari vardir’

Ve gayrisi
Mesela, benim on sene yatmam
Laf’i güzaf...

HENÜZ VAKİT VARKEN GÜLÜM
Henüz vakit varken, gülüm 
Paris yanıp yıkılmadan, 
henüz vakit varken, gülüm, 
yüreğim dalındayken henüz, 
ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri 
Volter rıhtımında dayayıp seni duvara 
öpmeliyim ağzından 
sonra dönüp yüzümüzü Notrdam'a 
çiçeğini seyretmeliyiz onun, 
birden bana sarılmalısın, gülüm, 
korkudan, hayretten, sevinçten 
ve de sessiz sessiz ağlamalısın, 
yıldızlar da çiselemeli, 
incecikten bir yağmurla karışarak. 
Henüz vakit varken, gülüm, 
Paris yanıp yıkılmadan, 
henüz vakit varken, gülüm, 
yüreğim dalındayken henüz, 
şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz 
söğütlerin altından, gülüm, 
ıslak salkım söğütlerin. 
Paris'in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana, 
en güzel, en yalansız, 
sonra da ıslıkla bir şey çalarak 
gebermeliyim bahtiyarlıktan 
ve insanlara inanmalıyız. 
Yukarda taştan evler, 
girintisiz, çıkıntısız, 
birbirine bitişik 
ve duvarları ayışığından 
ve dimdik pencereleri ayakta uyukluyor 
ve karşı yakada Luvur 
aydınlanmış ışıklarla 
aydınlanmış bizim için 
billur sarayımız... 

Henüz vakit varken, gülüm, 
Paris yanıp yıkılmadan, 
henüz vakit varken, gülüm, 
yüreğim dalındayken henüz, 
şu Mayıs gecesi rıhtımda, depolarda 
kırmızı varillere oturmalıyız. 
Karşıda karanlığa giren kanal. 
Bir şat geçiyor, 
selamlıyalım gülüm, 
geçen sarı kamaralı şatı selamlıyalım. 
Belçika'ya mı yolu, Hollanda'ya mı? 
Kamaranın kapısında ak önlüklü bir kadın 
tatlı tatlı gülümsüyor. 

Henüz vakit varken, gülüm, 
Paris yanıp yıkılmadan, 
henüz vakit varken, gülüm... 
Parisliler, Parisliler, 
Paris yanıp yıkılmasın...

Şair oldu Nazım! Vatanım dedi. Halkı galeyana getirdin dediler. Özgürlük dedi, iste ama içinden dediler. Şiirlerim dedi yaz ama sakla dediler. Memleketimin istikbali dedi sürgüne gönderdiler.
Ve Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor, edecek. Biz var oldukça dizeleri var oldukça kulakta, yürekte yer ettikçe vatan hainleri çoğalacak. Ve onlar hiçbir zaman kabul etmeyecek asıl vatanseverin bizler olduğumuzu.