Nazım iyi ki var oldu! [112]
Aşkını coşkuyla yaşayan Nazım oldu:
" Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...
Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
içimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmakların cunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak
koyu bir karanlık...
Ne güzel şey hatırlamak seni:
yazmak sana dair,
hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...
Ne güzel şey hatırlamak seni:
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
bir çekmece,
bir yüzük
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım
Ve hemen fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım.
Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken..."
Hangimiz bir Piraye olmak istemezdik ya da Nazım gibi uğrumuza şiirler yazan bir aşık istemezdik?
KIZ ÇOCUĞUKapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.
Nazım aydın oldu! Fedakar oldu! Düşüncelerini satmadı.
KEREM GİBİ
Hava kurşun gibi ağır
bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun!
Kurşun
eritmeğe çağırıyorum.
O diyor ki bana:
-Sen kendi sesinle kül olursun ey!
Kerem gibi
yana yana...
"Deeert çok hemdert yok."
Yüreklerin kulakları sağır...
Hava kurşun gibi ağır...
Ben diyorum ki ona:
- Kül olayım Kerem gibi
yana yana.
Ben yanmazsam
sen yanmazsan
biz yanmazsak
nasıl çıkar karanlıklar
aydınlığa...
Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun!
Kurşun eritmeğe çağırıyorum.
GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜBu bir türkü:-
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:-
alev bir saç örgüsü!
kıvranıyor;
kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
esmer alınlarında
bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!
Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Düşmesin bizimle yola:
evinde ağlayanların
göz yaşlarını
boynunda ağır bir
zincir
gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!
İşte:
şu güneşten
düşen
ateşte
milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!
Sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten
düşen
ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neş'emiz sıcak!
kan kadar sıcak,
delikanlıların rüyalarında yanan
o «an»
kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
ölülerimizin başlarına basarak
yükseliyoruz
güneşe doğru!
Ölenler
döğüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
Kalın tuğla bacalar
kıvranarak
ötüyor!
Haykırdı en önde giden,
emreden!
Bu ses!
Bu sesin kuvveti,
bu kuvvet
yaralı aç kurtların gözlerine perde
vuran,
onları oldukları yerde
durduran
kuvvet!
Emret ki ölelim
emret!
Güneşi içiyoruz sesinde!
Coşuyoruz,
coşuyor!..
Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Toprak bakır
gök bakır.
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Hay-kır
Haykıralım!
BEN IÇERI DÜSTÜGÜMDEN BERI
|
|
Ben içeri düstügümden beri günesin etrafinda on kere döndü dünya Ona sorarsaniz: ’Lafi bile edilemez, mikroskopik bi zaman...’ Bana sorarsaniz: ‘On senesi ömrümün...’ Bir kursun kallemim vardi, ben içeri düstügüm sene Bir haftada yaza yaza tükeniverdi Ona sorarsaniz: ’Bütün bi hayat...’ Bana sorarsaniz: ‘Adam sende bi hafta...’ Katillikten yatan Osman; ben içeri düstügümden beri Yedibuçugu doldurup çikti. Dolasti disarda bi vakit, Sonra kaçakçiliktan tekrar düstü içeri, alti ayi doldurup çikti tekrar. Dün mektubu geldi; evlenmis, bi çocugu olacakmis baharda...
Simdi on yasina basti, ben içeri düstügüm sene ana rahmine düsen çocuklar. Ve o yilin titrek, uzun bacakli taylari, Rahat, genis sagrili birer kisrak oldu çoktan. Fakat zeytin fidanlari hala fidan, hala çocuktur.
Yeni meydanlar açilmis uzaktaki sehrimde, ben içeri düstügümden beri... Ve bizim hane halki, bilmedigim bir sokakta, görmedigim bi evde oturuyor
Pamuk gibiydi bembeyazdi ekmek, ben içeri düstügüm sene Sonra vesikaya bindi Bizim burda, içerde Birbirini vurdu millet, yumruk kadar simsiyah bi tayin için Simdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsiz
Ben içeri düstügüm sene, ikincisi baslamamisti henüz Dasov kampinda firinlar yakilmamis, atom bombasi atilmamisti Hirosimaya Bogazlanan bir çocugun kani gibi akti zaman Sonra kapandi resmen o fasil, simdi üçünden bahsediyor amerikan dolari Fakat gün isigi her seye ragmen, ben içeri düstügümden beri Ve karanligin kenarindan, onlar agir ellerini kaldirimlara basip dogruldular yari yariya
Ben içeri düstügümden beri günesin etrafinda on kere döndü dünya Ve ayni ihtirasla tekrar ediyorum yine ‘Onlar ki; toprakta karinca, su da balik, havada kus kadar çokturlar. Korkak, cesur, cahil ve çocukturlar, Ve kahreden yaratan ki onlardir, Sarkilarda yalniz onlarin maceralari vardir’
Ve gayrisi Mesela, benim on sene yatmam Laf’i güzaf...
|
HENÜZ VAKİT VARKEN GÜLÜM
Henüz vakit varken, gülüm
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
ben bir gece, şu Mayıs gecelerinden biri
Volter rıhtımında dayayıp seni duvara
öpmeliyim ağzından
sonra dönüp yüzümüzü Notrdam'a
çiçeğini seyretmeliyiz onun,
birden bana sarılmalısın, gülüm,
korkudan, hayretten, sevinçten
ve de sessiz sessiz ağlamalısın,
yıldızlar da çiselemeli,
incecikten bir yağmurla karışarak.
Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
şu Mayıs gecesi rıhtımdan geçmeliyiz
söğütlerin altından, gülüm,
ıslak salkım söğütlerin.
Paris'in en güzel bir çift sözünü söylemeliyim sana,
en güzel, en yalansız,
sonra da ıslıkla bir şey çalarak
gebermeliyim bahtiyarlıktan
ve insanlara inanmalıyız.
Yukarda taştan evler,
girintisiz, çıkıntısız,
birbirine bitişik
ve duvarları ayışığından
ve dimdik pencereleri ayakta uyukluyor
ve karşı yakada Luvur
aydınlanmış ışıklarla
aydınlanmış bizim için
billur sarayımız...
Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm,
yüreğim dalındayken henüz,
şu Mayıs gecesi rıhtımda, depolarda
kırmızı varillere oturmalıyız.
Karşıda karanlığa giren kanal.
Bir şat geçiyor,
selamlıyalım gülüm,
geçen sarı kamaralı şatı selamlıyalım.
Belçika'ya mı yolu, Hollanda'ya mı?
Kamaranın kapısında ak önlüklü bir kadın
tatlı tatlı gülümsüyor.
Henüz vakit varken, gülüm,
Paris yanıp yıkılmadan,
henüz vakit varken, gülüm...
Parisliler, Parisliler,
Paris yanıp yıkılmasın...
Şair oldu Nazım! Vatanım dedi. Halkı galeyana getirdin dediler. Özgürlük dedi, iste ama içinden dediler. Şiirlerim dedi yaz ama sakla dediler. Memleketimin istikbali dedi sürgüne gönderdiler.
Ve Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor, edecek. Biz var oldukça dizeleri var oldukça kulakta, yürekte yer ettikçe vatan hainleri çoğalacak. Ve onlar hiçbir zaman kabul etmeyecek asıl vatanseverin bizler olduğumuzu.