Mezopotamya… Asi ve hırçındır; bir o kadar da büyüleyici
aşkları barındırır. Mezopotamya’da yaşayan; asiliğini, hırçınlığını ve
büyüleyiciliğini yaşadığı yerden alan bir güzel vardı: Dicle.
Güzelliğiyle
baş döndüren, hırçınlığıyla ürküten Dicle; bilmiyordu henüz aşkın ne olduğunu;
çünkü hiç çalmamıştı aşk meleği, Dicle’nin yüreğinin kapısını. Çalmayacağı
anlamına gelmiyordu bu. Geç kalınmış bir mutluluk… Neden olmasın?
En büyük
zevkiydi; belki de yaşam koşullarına alışmaktan ileri gelen bir zevkti bu;
çiçekler yetiştirmek. Sırdaşıydı onlar aynı zamanda. Yine çiçeklerinin bakımını
yaparken, onlarla konuşuyordu. Tam da bu sırada karşısında kendisini izleyen
bir delikanlıyla göz göze geldi. Hırçındı Dicle, asiydi. İzlenmekten rahatsız
olmamıştı ama rahatsız olmak zorunda gibi hissetmişti. Yanına gitti, kızdı delikanlıya ve bunu
belirtti kabaca da olsa. Dicle’nin bütün hiddetli söylemlerine rağmen gözlerini
bir an ayırmadı delikanlı genç kızın iri, güzel gözlerinden. İlk izleyişi
değildi Dicle’yi, çiçekleriyle konuşurken. Defalarca izlemişti onu aynı durumda
ve bundan kendisinin de bilmediği gizli bir heyecan duyuyordu. Yaklaşmıştı
sonunda ona karşısındaydı, ona sarılmak için daha neyi bekliyordu? Dicle
tokadını indirecekken Fırat’ın yüzüne Fırat kavradı Dicle’nin o ince, heyecan uyandıran sıcacık bileğini. Nabzını
hissetti ne kadar da hızlıydı. Dicle daha bir dikkatli bakıyordu Fırat’ın
yüzüne, gözlerine. Gözbebeklerinin büyüdüğünü gördü Fırat ve umudu daha da
arttı, daha da cesaretlendi. Seviyordu ve bunu söylemeliydi. Sözlere çok da
gerek yoktu gözler her şeyi anlatmaya yetiyorken. Sarıldı Fırat kalbinin kölesi
olmuşçasına. Yalnız bir şüpheye düştü Dicle istiyor muydu bunu? Mantık devreye
girince geri çekilmeye bedenini Dicle’den ayırmaya karar verdi. Bedenini
çekiyordu ki ne Dicle ne de Dicle’nin gözlerindeki ateş buna izin verdi.
Sarıldı Dicle adını bilmediği bu yeni duygunun kölesi olacağını hiç bilmeden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder